Türkler, barış dönemlerinde sporla yakından ilgilenmişlerdir. Bedeni güçlerinin yaptıkları spor sayesinde gelişmesi, savaştaki başarılarına da katkıda bulunmuştur. Nitekim Türklerin
meşgul olduğu sporlar da çoğunlukla savaşla ilgili olmuştur: Ata binmek, cirit oynamak, güreşmek, ok atıcılığı, avcılık, kılıç, mızrak, tüfenk gibi silahlarla talim yapma, gürz kaldırma... Örneğin talim için kullanılan mermer gürzler, yaklaşık 250 kg kadardı. Bunların
dışında balık tutmak, lobut ve hışt atmak,tomak, tepük, gökbörü ve çevgan oynamak gibi vakit ayırdıkları diğer spor ve hobiler de olmuştur,
Türklerde bütün bu sporlarda başarılı olmanın en büyük ödülü, kazanılan nam ve şan olmuştur. Bu sporlar, Türk Milletini ve özellikle askeri birlikleri, güçlü, çevik, yetenekli, zorluğa dayanıklı, soğukkanlı ve mükemmel savaşçılar haline getirmiştir. Bu bakımdan Türkler kendilerini her zaman za ferden zafere götüren bu özelliklerini korumak için, barış zamanlarında da talim ve sporu terk etmemişlerdir. İdmanları, nı her zaman seve seve yapan Türkler, bu sayede iyi bir spor terbiyesine ve bunun sağladığı maddi ve manevi üstünlüklere sahip olmuşlardır.
Binicilik (Cündilik)
Eski Türk sporlarının en önemlisi hiç şüphesiz ata biniciliktir. Tarih boyunca Türklerin hayatında atların ve biniciliğin çok önemli yeri olmuştur. Orta Asya'daki göçebe dönemler, savaş ve fetihlerin at üstünde yapılması gibi sebep-erle, ata binmek Türklerde günlük yaşamın bir parçası ol-muştur. Bu kültürün bir devamı olarak, binicilik Türklerin spor ve eğlence hayatlarına da girmiş, şenliklerde at yarışları ve at üzerinde silah kullanma yarışmaları da düzenlemiş-lerdir.
Türklerde usta binicilere de "cündi" adı verilmiştir. Cün- diler at üzerinde ayağa kalkıp ok atmak, at dolu dizgin koşarken atın sırtından eyerini çıkarıp gösteri yapmak, atın üstünde tek ayak üstünde durmak, yan yana giden iki ata birden binmek gibi çeşitli hünerlere sahip olmuşlardır. Minyatürlerden bu hünerleri padişahların da gösterdikleri bilinmektedir. Örneğin bir minyatürde II. Murat at üstünde doludizgin giderken, yüksek bir direğin üzerindeki altın kabağa birkaç ok atarken resmedilmiştir.
Bütün Türk devletlerinde sefer gücünün esasım süvari teşkil etmiş ve bunlar savaşların kazanılmasında büyük rol oynamışlardır. Osmanlı Devleti'nde de gerek Kapıkulu süva
risinin gerekse Tımarlı sipahilerin önemi çok büyük olduğu gibi, vezir ve beylerbeylerinin kapı halkı hemen hemen tamamen atlı olmuştur.
I. Mehmet (Çelebi), cündiliği geliştirmek için, Amasya ve Merzifon dan usta binicilerle iki elindi bölüğü kurarak, ilk kez spor takımı oluşturmuştur. Merzifon, büyük lahanalarıyla ünlü olduğu için Merzifon'dan gelenlere "Lahanacılar", Amasya da bamyasıyla ünlü olduğu için sporcularına "Bamyacılar" denmiştir. Lahanacılar ve Bamyacılar isimli takımlar, sık sık sultan önünde atla çeşitli gösteriler ve cirit karşılaşması yapmışlardır.
Cirit
Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları ata sporlarından biridir. Bu spor, Lahanacılar ve Bamyacılar isimleriyle bilinen takımlar arasında, atlı olarak yapılırdı. Değneğin ata değdirilmeden rakibe isabet ettirilmesi, atana puan kazandırırdı. Tıpkı günümüzde olduğu gibi bu takımlar da farklı renklerde formalar giyerdi. Ancak oyun esnasında değneğin hızla atılması, oyuncuların yaralanmasına hatta yaşamını yitirmesine sebep olabilmekteydi. Osmanlı döneminde, sarayın en büyük gösteri sporu olan cirit, tehlikeli bir oyun olmasından ötürü II. Mahmut tarafından yasaklanmıştır.
Cirit, ucunda demirden delici kısım olan, kayın veya şim¬şir ağacından yapılan yaklaşık 1 metre uzunlukta sopa şeklinde bir silahtır. Savaşta düşmana karşı kullanılan ciridin spor olarak yapılması, hem atları zinde tutmakta hem de Türk askerlerinin ustalaşmalarına sebep olmuştur.
Atlı ciritte rakibi bağışlama, affetme de teşvik edilen bir davranış şeklidir. Karşı tarafın önünü kesip ciritle vurma imkanı varken, bağışlayan sporcu puan kazanmaktadır. Bu tür
bir davranış, sporda asalet ve erdemin korunması açısından örnek bir uygulama olmuştur.
Osmanlılarda at meydanlarında her zaman cirit talimi yapan atlılar bulunurdu. Topkapı Sarayı'nda da Gülhane Bahçesi'ne doğru büyük bir cirit meydanı bulunur, Cuma namazından sonra burada cirit oynayan saray halkına çoğu zaman padişah da katılırdı. Cirit oyununda saray halkı geleneksel olarak Bamyacılar ve Lahanacılar adlı iki takıma ayrılırlar; padişahlar da bu iki takımdan birine dahil olurdu. Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen, birinin tepesinde bamya, diğerinin tepesinde lahana heykeli bulunan iki mermer sütun bugün de durmaktadır.
Halen Anadolu'da düğünlerde ve bayramlarda cirit oyunu oynanmaktadır. Ayrıca yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan Türkleriyle, Türklerin yerleşik olduğu diğer Asya yörelerinde de bu spor hâlâ canlılığını korumaktadır.
Okçuluk
Türklerin ünlü sporlarından okçuluk, Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Türkler ok atmadaki ustalıklarıyla - süratle giden bir atın üzerinden, hedefe isabetli ok atmalarıyla ün kazanmışlardır. Ok, aynı zamanda eski Türklerde milli silah olarak kabul edilmiştir. Gerek piyade gerekse süvari olarak Türkler okçulukta son derece yetenekliydiler. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok mühim rol oynamışlardır. Osmanlılar zamanında okçuluk büyük bir önem taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi konusu devlet seviyesinde ele alınmıştır.
Üç yüz metreye ok atabilen okçu, "kemankeş" unvanını alırdı. Atışlar menzil atışları ve hedefe atışlar şeklinde iki türlü yapılırdı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra Ok Meydanı'nı ok sporu yapanlara ayırmıştı. Okmeydanı’nda kurulan meşhur kemankeşler ocağı, yüksek rekorlar kıran ustalar yetiştirmiştir.
Ok talimleri rüzgarın yönüne göre yapıldığından, her rüzgara açık yer meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımıyla uğraşanlara "ihtiyar" denilir ve her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu "şeyhü’l-meydan" diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü’l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan izin alırlardı. Şeyhü’l-meydan, menzil ihtiyarı ve yönetim işleri kurulu, meydanın ve okçuluğun bütün sorunlarım toplanıp çözerlerdi. Burada talim yapanların yarışmalarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi.
Okçuluk tekkesi, her sene 6 Mayıs’ta ok talimlerine başlamak için açılır; pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere talimler altı ay devam ederdi. Okçuların yarışmalarına "koşu" denirdi ve okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra yarışmalar başlardı.
Osmanlı ordusunun ok ihtiyacını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından imal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Savaşta padişahı, dört yüz okçu muhafaza ederdi. Osmanlının son zamanlarına doğru özellikle İkinci Mahmut zamanında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini
Ayrıca eski Türklerde de birçok sosyal etkinlikte yine ok atma veya ok üzerine içilen antlar bilinmektedir. Bu konudaki en eski belgeler M.Ö. 1000 yılda Tibet bölgesinde bulunan kayalara işlenmiş fresklerdir.
Kılıç Talimi
sına sebep olmuştur. Türk kılıçları, yatağan ve pala üzere başlıca iki türdür. Yatağan, yeniçeri silahlarından meşhur kıvrık Türk kılıcıdır. Pala ise daha çok denizciler ve süvariler tarafından kullanılan, genişliği ucuna doğru artan ve hafifçe öne kıvrık gibi görünen bir kılıçtır.
Kılıç yapımı demiri bulan Türkler tarafından ustalıkla gerçekleştirilmiştir. Namlu denilen madeni bölümü daha uzun Türk kılıçları dövme demirden ve ağırlık uç tarafa toplanacak biçimde yapılırdı. Mezarlarına atları ve kılıçlarıyla gömülmek isteyen Türklerin kazılarda bulunan eşyaları, kılıç yapımcılığındaki ustalıklarını yansıtan birçok örnekle doludur.
Güreş
Türklerin çok eski milli sporu olan güreş, Asya'da en çok sevilen spor dallarından biri olmuştur. Göğüs göğüse yapılan savaşlarda, güreş bilenin daima üstün çıkacağına inanıldığı için, bu spor dalı Türkler arasında çok rağbet görmüş ve gelişmiştir. Türklerin asıl milli güreşi, yağsız karakucak güreşidir. Sonraları, Rumeli'ye özel yağlı güreşlere de yer verilmiştir. Türkler doğaya ve kuvvete düşkün kişiler olarak, savaşta ve sporda yakın mücadeleyi her zaman
planda tutmuşlardır.
Güreşin içerisinde Türklere özgü bölgelere göre far gösteren "yağlı güreş, karakucak güreşi, kısa şalvar güreşi aba güreşi, sinsin güreşi" gibi çeşitleri vardır. Güreş günümüze kadar gelmiş, Türk güreşçileri yüzyıllar boyunca dünyada ün yapmıştır.
Çevgan
Türklerin "çevgan" ya da ' çöğen denilen atlı sporunun günümüzdeki polo sporunun kökeni olduğu kabul edilmektedir. Eski Türkler arasında yaygınca oynanan bu sporda, at sürerken "guy" denilen 10-15 cm. çapındaki topa, çevgan" denilen ucu eğri sopalarla vurulmaktadır. Orta Asya kökenli bu spor, günümüzde Hindistan'da ve Orta Asya da halen oynanmaktadır. Bu sporun Haçlı seferleriyle Doğu'dan Avrupa'ya geçerek, Tibet dilinde top anlamına gelen "pulu"dan "polo" ismine dönüştüğü kabul edilmektedir.
Oyunda amaç, topu aralarında 5-6 metre aralık bulunan iki taşın oluşturduğu kaleye sokmaktır. Oyunculardan biri i sopasıyla topu sürerken, rakibi de topu ters yöne çevirmeye çalışmaktadır. Atı rakibin atına çarptırmak, rakibin önünü kesmek, sopayla rakibe ya da atına vurmak kuraldışı kabul edilmiştir. İlk defa Türkler tarafından bulunduğu kabul edilen bu oyunun, İranlılarca "çevkan", Bizanslılarca da "çukanyan" adıyla oynandığı bilinmektedir.
Tomak
Tomak oyunu da bir takım oyunudur. Ciride benzen ancak değnek yerine "tomak" denilen üstü meşin, içi keçe ve uzunluğuna kesilip kadın saçı gibi örülmüş, tutulacak yeri uzun, vurulacak ucu yassı, kamçı gibi bir spor aracıyla oyna-nırdı. Türklerin en dikkat çeken sporlarından biri olan "tomak", aslında, tabanı kösele olmayıp, üstü gibi deriden yapılmış kısa konçlu bir çeşit çizmenin adıdır. Öküz ödünden yapılmış top oynanırken, ayağa bu giyildiği için adına tomak oyunu denilmiştir.
Tomak daha çok padişahın seyrettiği ve saraylılar tarafından oynanan bir spordu. Altışar kişilik iki takımla oynanan bu sporda, elle tutma yeri olan tomak topuyla rakibin sırtına
vurulmaya çalışılırdı. OsmanlIlarda bir saray oyunu olan bu sporda amaç, topu rakibin sırtına seri olarak vurmak ve onu pes ettirmekti. Günümüzde bu oyunun bir benzeri "tura" diye adlandırılır ve ucu düğümlü bir mendille oynanır.
Matrak
Matrak oyunu, iki rakip arasında, dans eder gibi uyumlu adımlar atarak oynanırdı. Günümüzün eskrim sporuna benzer; ancak kılıç yerine sağ elde tahta bir değnek, sol elde ise kalkan yerine yuvarlak bir yastık kullanılırdı. Kökeninin Avrupa'daki eski bir dans türünden geldiği sanılan matrak oyunu, 1582 yılına ait bir şenliği gösteren bir minyatürde resmedilmiştir. Bir başka minyatürde ise gerçek kılıç kalkanla yapılan bir oyun ve yaralanıp yere düşenler tasvir edilmiştir.
Matrak oyununu bulan kişi, Matrakçı Nasuh’tur. Matrak oyununa ilgi duyanlardan biri olan Evliya Çelebi'nin, Seyahat-name isimli kitabında verdiği bilgilere göre, matrak denen sopa, genelde şimşir ağacından yapılan, büyük lobut biçiminde ve ağırca bir sopadır. Rakipler ellerindeki matrakları kılıç gibi kullanırlar ve diğer ellerindeki yastıkla kendilerini korurlardı.
Gökbörü
Eski Türklerde dini ve geleneksel bir oyun olan "gökbörü", yakın zamana kadar Anadolu'nun çeşitli yörelerinde "ödül kapmaca" adıyla oynanıyordu. Kazakistan'da hâlâ tüm canlılığıyla oynanan oyunun özü, atla koşarak oğlağı kapmaktır. Bundan dolayı bu oyuna oğlak oyunu da denmektedir. En az 40 kilo olan oğlakla birlikte ata binerek oyun alanında bir kez dönebilen sayı kazanır. Engelli at yarışlarına benzeyen gökbörü, Özbek Türklerinde üzerinde, sular, hendekler ve yükseklikler bulunan bir arazide oynanmaktadır.
0 yorum:
Yorum Gönder